vioft2nnt8|201049142CC5|zubabi_zd|ContentPage|ContentText|0xfeff550800000000c102000001000700

melatonin pregnancy side effects

melatonin pregnancy drug class atwill.com

cialis 5 mg

cialis generico online emedia-cs.com

viagra cena lekaren

viagra

chemical abortion

how much is the abortion pill

6/11/2009 09:34 UĞUR VARDAN

Zeki Demirkubuz'un, Nahid Sırrı Örik'in aynı adlı kitabından uyarladığı 'Kıskanmak', ağabeyiyle kendisinden 20 yaş küçük karısı arasında sığıntı bir hayat sürdüren çirkin Seniha'nın psikolojisi üzerine kurulu

'C Blok’tan başlayarak (‘Kıskanmak’ öncesi elbette), geride kalan yedi filmine bakarak Zeki Demirkubuz’un sinemasını ana hatlarıyla ifade etmek gerekirse, ne türden tariflere rastlarız? Sanırım ‘sadelik’ en öncelikli yandır, bu toplamı değerlendirirken. Sonra da insanı olduğu gibi, doğasından koparmadan perdeye taşımak. Ve ardından işte bu doğanın, hayat denilen o her türlü sisteme açık oyundaki ifade biçimini ‘dizginleyen’ olguyu, yani ahlakı her daim ön plana çıkarmasına... 45 yaşında artık olgun ve sözünün gittiği ve gidebileceği yerleri çoktan bilen bir yönetmen olarak Demirkubuz, şimdi de sinematografisindeki en cesur hamlelerden biri olarak bir ‘dönem filmi’ne soyundu ve işte bu çabası, bugünden itibaren salonlarda...
Demirkubuz, filmlerine sinen genel Dostoyevski ruhunun dışında ‘Yazgı’ dolayısıyla Albert Camus’nün dünyasına da uğramıştı daha önceleri. Bu noktada Metin Üstündağ’ın ‘Albert Camus vicdanı’ deyimini anmadan geçemeyeceğim, ‘Yazgı’ bu vicdanın modern zamanlardaki hem uzantısı, hem de ‘serbest vezin’ bir uyarlamasıydı. ‘Kıskanmak’, bu açıdan da kâğıt üzerinde ilginç bir yol ayrımı gibi gözüküyor, çünkü Demirkubuz hem ‘dönem filmi’ kulvarına giriyor, hem de Türk edebiyatını da sinemasına taşıyor. Ama öte yandan Demirkubuz’un, filmin ilk kez ‘görücü’ye çıktığı Antalya Altın Portakal’daki öngösterim sonrası söyleşisinde de belirttiği gibi ‘Kıskanmak’ın ana ekseni, teması ve dahi dertleri, yönetmenin kendi özel dünyasına ve öykülerinin meselelerine çok da uzak değil.

‘Uzun Mehmet’in diyarında
Daha önce ‘Sultan Hamid Düşerken’ adlı bir başka romanı da sinemaya uyarlanan Nahid Sırrı Örik (1895-1960), ‘Kıskanmak’ta Demirkubuz filmlerinin kahramanlarına benzer ruh durumlarıyla donanmış karakterler sunmuş zamanında. Yönetmenin, bu ayki sinema dergilerinde böylesi bir uyarlamaya neden giriştiğine ilişkin gayet doyurucu açıklamaları var; öte yandan hem bu söyleşilerde, hem de Antalya’daki film sonrası sohbetinde vurguladığı üzre, ortada ‘Yazgı’ türü serbest bir uyarlama yok ama ‘dönem filmi’ olmasına rağmen ‘bire bir bir uyarlama’ da yok. Dolayısıyla ‘Kıskanmak’, aslına sadık ama kendi içinde serbest hareketler içeren bir senaryoyla sahaya çıkıyor. Demirkubuz’un futbol aşkından yola çıkarak şöyle bir tanımlamaya soyunayım: Sistemi almış, dizilişi kurmuş ama her mevkideki oyuncularını, kendi yaratıcılıkları ve kapasitelerine göre serbest oynatmaya karar vermiş.
Şimdi kısaca filmin konusundan bahsetmenin zamanı: 1930’lar Zonguldak’ı... Maden mühendisi Halit, kendisinden 20 yaş kadar küçük karısı Mükerrem ve kız kardeşi Seniha’yla, iki ay önce geldiği bu küçük ve sıkıcı Anadolu kentinde (tam da meseleyi kişiselleştirmenin zamanı: oysa Zonguldak, benim doğum yerim ve çocukluğumda hiç de sıkıcı gelmiyordu), hayatın rutin akışını bozacak nadir etkinliklerden biri olan 29 Ekim Cumhuriyet Balosu’nda ‘sosyalleşmektedir’. Bu davet sırasında, yörenin zengin ailelerinden birinin işsiz güçsüz ama son derece yakışıklı oğlu Nüzhet’in dikkati Mükerrem’in üzerindedir. Genç kadın, delikanlıya önceleri pek yüz vermese de, zamanla aralarında bir ilişki başlayacak ve bu ilişkinin sessiz tanığı konumundaki çirkin ve de kıskanç Seniha, yeri geldiğinde ‘tarihi’ rolünü oynayacaktır.

Tasvirler budanmış
Zeki Demirkubuz, öykülerinde insanı nedenselliğinden uzakta kendine özgü doğasıyla ele alır ve kahramanlarını yargılamaktan, kodlamaktan ve de açıklamaktan kaçınır. Bu onun hem kişisel tavrıdır, hem de hayata bakışını perdeye taşırkenki yaklaşımı. Ve kuşkusuz, Demirkubuz’u Türk sineması içinde özel ve farklı kılan belki de en belirgin özelliği de budur. Yine aynı referanslara başvuruyorum (yani Antalya’daki sohbet ve sinema dergilerindeki söyleşiler), ‘Kıskanmak’ın uyarlanması sırasında romandaki karakter çözümlemeleri ve Örik’in uzun uzadıya tasvirleri filmde yer bulamamış. Bu aslında Demirkubuz cephesinden bakılınca doğru bir yaklaşım olabilir; çünkü sonuçta Örik’in yapıtı, kitabın Oğlak Yayınları’ndan çıkan versiyonunda, Enis Batur’un kaleme aldığı çözümlemede de vurgulandığı gibi 19. yüzyıl sonu Fransız romanının etki alanında bir çalışma ve hem ‘Madame Bovary’den, hem de ‘Germinal’den izler taşıyor (bu saptama tabii ki eskilerin deyimiyle ‘intihal’ anlamında değil, daha çok esinlemeler anlamındadır).
Öte yandan Demirkubuz’un ‘budama operasyonu’, bana kalırsa filmin aleyhine işlemiş ve tamam, karakterlerin ruh durumunun açıklanmasını es geçelim ama hikâye bazen öyle hızlı akmış ki, bazı şeylerin neden öyle geliştiğini kavramak zorlaşmış. O dönemin Türkçesine sadakat ise, nedenini bilmiyorum ama istediği oranda etki uyandıramamış. Seniha ve Mükerrem’in ‘eski dil’e sadakatlarine karşın Nüzhet’in özellikle ‘küstahlaştığı’ yerlerde günümüz Türkçesine itibar etmesi, senkronu bozmuş gibi. Aslında bu durum romanda da böyle bir vaziyet arz ediyor ama perdeye uyarlamada, sanki ‘kitapta durduğu gibi’ durmamış.

Bize düşen rol ise...
Demirkubuz’un, içerik ve felsefi bakışının dışında sinemasındaki en önemli özelliği de malum oyuncu yönetimidir. ‘Kıskanmak’ta bu cephede, Seniha rolündeki Nergis Öztürk gayet iyi, ama Berrak Tüzünataç’tan beklenen verim alınamamış. Nedense, özellikle diyaloglar Tüzünataç’ın ağzında fazla kitabi durmuş. Nüzhet’te, romanı okuyan çokları gibi ben de ‘Venedik’te Ölüm’vari bir güzellik bekliyordum, lakin Bora Cengiz, Mükerrem’in aklını başından alacak türden bir seçim değil gibi geldi bana. Serhat Tutumluer ise, özellikle boğuk sesiyle hiç de sırıtmayan bir seçim olmuş.
Demirkubuz, söyleşilerinin Sinema dergisinde yer alanında, filminin algılanışıyla ilgili şunları söylüyor: “Pek çok yerde olduğu gibi bu ülkede de sinemacılık tırnak içinde bir camia. Dolayısıyla insanların orada birtakım rolleri var ve o rolleri gereği herkes bir şeyler söyleyecek, düşünecek, yazacak. Bu olabilir ve söylenenlerden bazıları beni elbette ilgilendirir ama hakikaten bazen insanlar için önemli olan şey benim için hiç önemli olmuyor. Benim baktığım yerden de şöyle görünüyor: Çok beğendim ya da beğenmedim demek bile artık büyük bir eylemmiş gibi. Modern zamanlarda, bugünkü ilişkiler içinde bir bireyin varolma şekliyle ilgili şeyler bunlar.” Roller konusuna dönersek, bu dağılımda bana düşen rol malum sinema yazarlığı. Her hafta vizyona çıkan yapıtlarla ilgili bir şeyler karalamak durumundayım. Öte yandan Zeki Demirkubuz, elbette yeni Türk sineması için önemli bir isim ama benim için ayrı bir önemi var, çünkü kendi kuşağımın sinemacısı. Önceki kuşağın zaman zaman patlayan ama genel bir çizgiyi tutturma konusunda istikrar gösteremeyen sinemacılarının yanında, kendi dertlerinden evrenselliğe ulaşabilmeyi başarması ve her yeni filminde (çoklarının beğenmediği ‘Bekleme Odası’ bile benim için son derece başarılı bir çalışmadır), üstüne koymayı bilmesi ve hiçbir zaman belli bir standardın altına düşmemesi, benim açımdan bir gurur vesilesidir aynı zamanda.

‘Avrupa Ligi’nde mücadele
Lakin ‘Kıskanmak’ aşamasında, Demirkubuz sinemasının, geçmişteki etkiye ulaşamadığı kanısındayım. Özel bir uyarlama, dönem filmi olgusu, şimdiki zamanda başlayıp geçmişe atlayan ve tekrar şimdiye zamana dönen roman kurgusunun filme yansımaması vs... Bütün bu saygın çabalara karşın sanki ‘kıskanma’ olgusuna ait vuruculuk, son nokta itibarıyla geçmiyor seyirciye (en azından bana geçmedi). Kuşkusuz böyle bir sonuçta bir önceki adımın, yani ‘Kader’in çıtayı çok çok üstlere taşıması ve bir sonraki adımda Demirkubuz’a ait beklentilerin yükselmesi de var. Ama şunun da altını çizmek lazım; film hem çok güzel çerçeveler barındırıyor, hem de mesela maden sahneleri ‘Germinal’ (hatta hatta bir arkadaşımın deyimiyle Daniel Day Lewis’li ‘Kan Dökülecek’) tadında. Hele sondaki vapur sahneleri de, Fellini karelerini (‘Ve Gemi Gidiyor’) aratmıyor (duvarda asılı duran ve üzerinde Arapça ibarelerin yer aldığı 1903 tarihli Beşiktaş tabağı ayrı bir ‘incelik’ konusu).
Futbolla bitireyim: Demirkubuz’un önceki filmlerinin hepsi ‘Şampiyonlar Ligi’nde boy gösterdi, ‘Kıskanmak’, Avrupa Ligi’nde mücadele edecek cinsten.