vioft2nnt8|201049142CC5|zubabi_zd|ContentPage|ContentText|0xfeff0308000000003502000001000500
nifedipine nom commercial
nifedipine nom commercial
conwaykennels.com acheter nifedipine
symbicort generic price
symbicort generic equivalent
dadm.dk symbicort generic equivalent
cialis free sample coupons
cialis
coupon otc asthma inhalers containing epinephrine
over the counter
asthma inhalers
Siz olsaydınız yapmazdınız biliyorum!
Geçen hafta kaldığımız yerden devam edelim mi? Masumiyet filmi ve düşündürdükleri...
Zeki Demirkubuz yalın ve “yoksul” bir anlatımı seçtiği için, tam da böyle yaptığı için kahramanları yoluyla bilinçdışı denilen okyanusun derin sularında ‘yüzebiliyoruz.’ Onda bütün tanıdık halleriyle, kimi zaman utana sıkıla, kimi zaman da hınzır bir sevinçle görüp selamlaşıyoruz yüreklerimizle...
‘Masumiyet’ edebiyat ve sinemamızda çok rastlandığı gibi hayatı aktarmak yerine ‘büyüklenerek’ anlatmayı seçseydi bu imkanı bulamayacaktık. Anlatmak çoğu kez anlamamızı önleyen bir stratejik seçim değil midir?
O piknik sahnesinde Bekir nasıl anlatır Yusuf’a, kararsızlığın bitip kaderine teslim olma anını? “İlk o gün ağladım!” Yusuf soran gözlerle bakınca da “Hem de ne ağlama!” der. Kadın, yani Uğur gelip kapısını çalmıştır Bekir’in. Serseri bir sevgiliden çekmediği kalmamıştır ve daha çekmeye kararlıdır Uğur. Ama bunun için Bekir’in yardımına gereksinimi vardır. Yani Bekir’e gelmiştir. Bekir’den istemiştir.Bekir’e gereksinmiştir. İşte aşkın geri dönüşsüz kapısını açan darbe. İşte aşığın umarsızca beklediği an... Ne yani? “Mahallede yemeyenin kalmadığını herkesin bildiği” bir kadının ne için gelmesi Bekir’i aşka böyle kışkırtabilirdi?.. Öteki adamın hayatını, sağlığını Bekir’in yardımına muhtaç kılar Uğur. Aslı budur başını döndüren Bekir’in. Uçurumdan aşağı yüce gönüllülükle bakabilmek... Ve o gün ağlar Bekir!
Kadınlar ve aşıklar ağlarlar. Sanırım bu yüzden Roland Barthes “Aşık erkek kadındır”demişti. Aşık ağlar ve gerçekten de “kadındır” o sırada, yüreği gözyaşları yoluyla güçsüzlüğünü kabullenir...
Daha önce havası, hali hareketi ve kişisel tarihiyle baştan çıkartıcı olan kadın artık kesinkes bir sevilendir. Ayartma oyunu bitmiş, Bekir erotik uyarım ve çekimin öte yanına, aşkın ülkesine geçmiştir. Dünya bundan böyle ne yazık ki, bir oyun olmaktan çıkmıştır. Belki bu nedenledir Bekir’in sadece dut gibi olduğu ‘kriz’ anlarında ‘Bana da ver ulan, herkese veriyorsun!’ diye bağırması Uğur’a... Belki o kafayla bile, kadının, sadece ona (Nitekim Yusuf’u daha sonra tam tersi biçimde ‘Al!’ diyerek sarsmayı tercih eder Uğur) vermemekte inat etmeyi sürdüreceğinden emindir. Çünkü ‘Al’ dese Uğur, alamayacaktır... Bal gibi hissetmişizdir ki, Bekir’in babasından kalan mallar mülkler gibi cinsel iktidarı da aşk yolunda ‘harcanıp gitmiştir.’ Geriye içini erkekçe şiddet sardığında ‘çıkarıp gösterdiği’ bir silahı ve delikanlı havalarını maske gibi sürdürmesini sağlayan mimik ve jestleri kalmıştır.
Filmin öyküsünün ilginç yanlarından biri de, modern psikanaliz okullarını hop oturtup hop kaldıracak kadar başarılı aktarılmış “Üçgensel arzu”dur... Hani, şu Öteki (Üçüncü veya üçüncüler) olmadan veya bir aracı-model olmadan sevgilinin arzulanamayacağı meselesi. Bekir yine piknik sahnesinde Uğur’un belalı sevgilisi Zagor’u öyle bir anlatır ki, sanki asıl onu seviyordur. Doğrusu hayranlık aşkın ikizidir. Ve Bekir hayranlıkla anlatır Zagor’un serseriliklerini, cinayetini ve içerde gördüğü işkenceye dayanışını...
Kim inanır, kadın Zagor’un peşinden böyle kent kent yakınmadan, yüksünmeden gitmese, Bekir’in de kadının peşinden ayrılmayacağına? Aşık olunan, gidendir...
Böyle bir sevgili karşısında Bekir’e kalan, en umarsız ama en gösterişçi aşık kılığını giyinmektir: Çilecinin bedeni dağlayan cüppesi: Bak bana, gör beni, bak beni ne hale getirdin!.. Bir tür şantaj... Ama kadın yine de bakmaz... Yani çileci aşığın çilesi bitmez...
Ve ‘Masumiyet’le bir kez daha kafamıza nakşederiz ki, aşk garip bir ülkedir. Hep karşılıksız aşktan, daha doğrusu karşılıksızmış gibi görünen bir aşktan söz ettik. Ama aşk karşılık gördüğünde de aşıklar görmez birbirini... “Her şeyin altını çizen şey her yere yayılmış yokluğun. İşte o zaman bir ülkede yaşar gibi yaşıyorum içinde. Sen her yerdesin. Fakat bu ülkede seninle asla yüz yüze gelemiyorum.” (John Berger.)
Haşmet Babaoğlu. Yeni Yüzyıl 2. 16 Kasım 1997.