vioft2nnt8|201049142CC5|zubabi_zd|ContentPage|ContentText|0xfeffb408000000008603000001000200

zoloft

zoloft beerotor.de

naltrexone side effects

naltrexone hydrochloride mcefun.nrossen.dk

acquistare cialis 5 mg

acquistare cialis online go

budesonide inhalation suspension

over the counter asthma inhalers brands website

BULANTI: ZEKİ DEMİRKUBUZ’DAN YALNIZLIK VE YAS ÜZERİNE


İyi filmler insanı ikilemde bırakıyor: Bir yanım, hemen izledikten sonra bende bıraktığı izlenimi hızla yazıya dökmek istiyor ama içimden bir başka ses, otur ve düşün diyor. Düşün ve hazmet.

İkisini de yapabilirim.


Filmi izlemeden önce özellikle üzerine yazılanları okumamaya çalıştım. Zeki Demirkubuz tüm filmlerini izlediğim yönetmenlerden biri olduğu için herhangi bir ön yargı oluşmasın diye sağa sola bakmadan, hemen sinema salonuna girdim ve yönetmenin kurduğu dünyanın içinde yol almaya başladım. Her sahnesinde insanın önünde türlü olasılıklar bulunduğunu, bunlardan birini seçerek yaşamını örebileceğini ama bunu yapmanın çok zor olduğunu, insanı bitirip yaşlandıran şeyin zaman değil de bu çabanın kendisi olduğunu düşündürdü bana. Neden, bilmiyorum. Belki de filminin adı Sartre’ı çağrıştırdığı için. Üstelik filmi izlerken bu filmin adı yanlış konulmuş diye düşünüp durdum. Sonra da güldüm kendime: insan izleyici koltuğunda ne kadar da kendinden emin bir şekilde yargılarda bulunuyor… Oysa filmin adının eserin bir parçası olduğunu bilmem gerekirdi.

Zeki Demirkubuz’un edebiyata olan düşkünlüğü hepimizin malumu. Edebi göndermeler ya da alıntılar filmlerinde karşımıza çıktığında asla şaşırmıyoruz. Ancak o edebiyatı sinema filmleri için bir hikaye deposu olarak görmüyor. Edebiyatı ödünç almıyor. Tam tersine hakikati arayan bireyin asli yolu olarak edebiyatı, kitapları sanatının merkezine koyuyor. Disiplinler arası deneysel bir yaklaşımı var. Yüzeyde görünenden başlarsak: Karakterin o kahredici yalnızlığın içinde sakin kalmasını sağlayan her gece yatmadan önce okuduğu kitaplar. Uyumadan önce kitabı ve okuma gözlüğünü baş ucuna koyuşunda, lambayı kapatışında bir ibadetin sonuna geldiği havası var. Ancak bu tek boyutlu bir ilişki değil. Kitaplar ya da edebiyat kahramanı kolay yoldan kurtaran bir çözüm olarak da sunulmuyor, yanlış anlaşılmasın. Belki de daha fazla içine kapanmasına, kendi mağarasına çekilmesine, kendi cehenneminin basamaklarından aşağı inmek zorunda kalmasına, hatta gözü açık rüya görmesine neden oluyor. Edebiyatın tanımlarından biri olabilir bu: gözü açık rüya görmek. Ercan Kesal’ın bilge bir doktor olarak filmin orta yerinde yaptığı tespitler de bu tuhaf durumla ilgili zaten: Farklı olmaktan korkarız. Kesal’ın sözlerini ileri götürürsek: Farklı olmak biricik olmak demektir, normun dışına çıkmak, a-normal olmak demektir, yani birey olmaktır. Demirkubuz bu bildik meseleyi yaşadığımız kültüre özgü bir “yetersizlik tezi” üzerinden tartışmıyor. Belki filmi çekerken aklında tuttuğu edebi referanslar Camus, Dostoyevski, Sartre olduğu için. Evrensel bir insanlık sorunu olarak çiziliyor bireyin yalnızlığı ve anormalliği. Filmi izlerken “tam da bugünü, bugünün insanını anlatıyor” dedim kendi kendime. Bugünün Türkiye’si değil de bugünün insanı diye düşündüm. Bunun anlamı şu olsa gerek: Demirkubuz günümüz insanını yerel meselelerle değil var oluşa dair çok daha temel sorunların merkezinde tanımlıyor.

Filmin merakı sürekli ayakta tutan son derece hareketli bir olay örgüsü var. Ama klasik hikayede olduğu gibi karakterler içinde bulundukları olay örgüsünü kader gibi yaşamıyorlar. Yaptıklarının, hatalarının, yalanlarının, iyilik ve kötülüklerinin bir tek nedeni yok. Kimse kimseden üstün değil. Kimse kimsenin kurtarıcısı ya da celladı değil. İletişim hem var hem yok. Hem mümkün hem imkansız. Bu yüzden de her sahne kısa bir film gibi. Yaşam hem birbirine değmeyen anların toplamıdır Bulantı’nın dünyasında hem de tüm yaşananlar kişinin son derece temel var oluş sorunlarının tezahürleridir. Hatta bir kademe daha ileri götürebiliriz bu önermeyi; insanı mahveden de erginlenmesini sağlayan da bu sorunlardır. Var oluşsal meselelerle karşılaşmasıdır. Birbirinden farklı düzeylerde öne sürülebilecek düşünceleri ya da felsefi önermeleri karakterin yaşamına ustalıkla yerleştirdiği için ortaya çok boyutlu, çok katmanlı bir dünya çıkıyor.  Böylelikle, yönetmen kolaylıkla ahlakçı bir noktaya savrulabilecek bir hikayenin tüm dönemeçlerinde son derece tarafsız durmayı başarmış oluyor. 

Bulantı, sadece edebiyattan beslenen bir film değil kuşkusuz. Demirkubuz, daha önceki filmlerinde hiç yapmadığı kadar görüntüyle de hesaplaşıyor. Televizyon, çizgi film, fotoğraf, video karakterin dünyasında çeşitli işlevler yükleniyor. Hikayedeki çocuklardan biri tarafından sürekli olarak izlenen çizgi film, “hareketli hikaye” ile günümüz insanının ilişkisinin temsili gibi. Üzerinde bir futbol takımının formasıyla çocuğun bu çizgi filmleri hipnotize olmuş gibi izlemesinde ürkütücü, umut kırıcı bir taraf var. Günümüz dünyasında televizyon artık evin içinde sürekli açık duran bir monitördür. En dramatik ayrılık konuşmasında bile arka planda bir şelale videosu dönmektedir ve bu artık kimseye tuhaf gelmemektedir. Eski fotoğraflar ve video kayıtları ise artık kaybolup gitmiş masumiyetin elimizde kalmış son parçalarıdır. Bulantı tüm kaybedilenlerin ardından yaşanan kıyıcı yas sürecidir. Dünyamız eskisi gibi siyah beyaz ya da bol grenli değildir artık. Tam tersine parlak bir akış içindedir. Ancak bu dünyayı sekteye uğratacak bir belirsizlik ilginç bir unsur olarak kullanılıyor: her an elektriğin kesilme ihtimali var. Elektriğin kesilmesi, uygarlığın bir süreliğine askıya alınması gibidir. Elektrik kesildiğinde bireyi dış dünyaya bağlayan akışta da aksama olur. Filmde sahneler arasında verilen uzun kararmalar da benzer bir askıya alınma halini anlatır. Bir sahne karardıktan sonra herhangi bir sahneyle devam edebiliriz sanki. Akış o kadar radikal bir şekilde kopar ki karakterin kendini sürdürebilmesi tehlikeye girer. Modern dünyada elektrik düğmesi bireyin elinde olmalıdır, yatmadan önce kendi iradesiyle elektriğini kesebilmelidir. Filmin finalinin büyük bir elektrik arızası ile yapılması da tesadüfi bir seçim değildir. Hesaplaşma dünyadan koparak mümkün olacaktır, hiç değilse bir süreliğine… O zaman elektriğin yapay ışığının yerini mumun yakıcı alevi alacaktır. Mum alevi cılızdır, dünya üzerindeki insan gibi güçsüz görünür gözümüze ama canımızı acıtacak kadar da kuvvetlidir. Belki eski dünyanın yüceltilmesi olarak eleştirilebilir ama burası modernlik hayalinin sıklıkla kesintiye uğradığı bir coğrafya olduğu için filmin beklenmedik bir yerellik vurgusu olarak da okunabilir. Hayalin kesintiye uğraması bir anlamda çıkıştır, kurtuluştur.

Bulantı üzerine şimdilik bu kadar… Ama şunu biliyorum, bu film zaman zaman aklıma gelecek ve buraya henüz yazamadığım türlü katmanlarıyla zihinsel dünyamda yaşamaya devam edecek.


                                                                                                Murat GÜLSOY